KUR'ANI KERİM'İN TÜRKÇE MEALİ ALİSİ VE TEFSİRİ
  83-EL-MUTAFFIFIN SURESİ
 
83-EL-MUTAFFIFIN SURESİ

Bu mübarek sûre, "El'ankebut" sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Kendisine "Et'tatfif" sûresi adı da verilmiştir. Otuz altı âyeti kerîmeyi içermektedir. İlk âyeti "Mutaffifîn" tabiriyle başladığı için kendisine bu isim verilmiştir.
Bu sûrei celîlede takva sahibi zâtlar ile suçlu ve insan haklarına saldıran kimseler hakkındaki uhrevî hükümleri ve müjde ile tehditleri içerdiği için kendisinden evvelki "İnfitâr" sûresile aralarında mühim bir münâsebet vardır.
Bu mübarek sûrenin başlıca içeriği şunlardır:
1. Alış verişlerinde istikâmet göstermeyenleri tehdit etmek ve onların amel sahifelerini anlatmak.
2. Suçluların alaylarına uğramış olan iyi kimseleri kavuşacakları nîmetler ile müjdelemek.
3. Ahirette de sâlih zatların o suçlulara bakarak nasıl cezalara uğramış olduklarını müşahade edeceklerini beyan etmek
 
 
1. Alış verişlerinde hile yapanların vay hallerine.
1.    Bu mübarek âyetler, ölçüye ve tartıya riâyet etmemenin kötü durumunu bildiriyor. Bu riâyette bulunmayanların âhiret azabını düşünmez kimseler olduklarını kınamak maksadıyla teşhîr ediyor. O gibi günahkârların bütün yaptıklarının bir amel defterinde tespit edildiğini ve kıyamet gününü yalanlayanların nasıl birer felâkete ve helake mâruz bulunacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Alış verişlerinde hile yapanların) Yâni: Fazla bir kâr temin etmek için ölçü ve tartı hususunda hıyanette bulunanların (vay hâllerine!.) Onlar, kahroluversinler, veya cehennemdeki bir vâ'diye düşüversinler.
"Veyl" bir azap kelimesidir. Dünyevî ve uhrevî bir helak demektir ve Cehennemde bir vâ'dinin adıdır.
 
 
 
2. O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman tam ölçer alırlar.
2.    İşte kendilerine "Mutaffifler" denilen, alış verişlerinde doğruluktan ayrılan kimselerin hâllerini Cenab-ı Hak şöylece beyan buyuruyor. O hile yapanlar, (O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman) başkalarının bir malını kendileri için almak istedikleri vakit (tam ölçer alırlar.) Onun miktarını arttırmazlar, belki fırsat bulunca onu noksan göstererek nispeten az bir bedel ile almak isterler.
 
 
3. Ve insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise eksiltirler.
3. (Ve) O hilekârlar, kendi mallarını (insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise) o kendi mallarını (eksiltirler) tartışını veya kilesini noksan yaptıkları hâlde onu tam gösterirler, kendi şahsî menfaatleri için başkalarına zarar vermekten sıkılmazlar, buyrulmuş oluyor ki: O hilebazlar, kendi malları hakkında daha çok hile yaptıkları için yalnız ölçülecek şeylerde değil, tartılacak şeylerde de hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hile, daha ziyade cereyan eder.
 
 
4. Onlar sanmıyorlar mı ki: Şüphe yok onlar diriltileceklerdir.
4.   (Onlar) O hileye cüret edenler, hiç âhiret azabını düşünmezler mi? (Onlar sanmıyorlar mı ki, şüphe yok onlar) öldükten sonra tekrar (diriltileceklerdir.) O yaptıkları hilelerden dolayı cezalara çarptırılacaklardır. Onlar bu âkibeti hiç düşünmezler mi?
 
 
5. Bir büyük gün için.
5. Evet: (Bir büyük gün için..) Yeniden hayata kavuşturulacaklarını, o günde sual ve hesaba tâbi tutulacaklarını hiç düşünmüyorlar mı?
 
 
6. Alemlerin Rabbi için insanların divan duracağı günde.
6. (Alemlerin Rabbi için) Yüce Yaratıcı'nın emri için, hesap ve cezası için (insanların divan duracağı günde.) Kendilerinin de diriltilecekleri muhakkaktır. O günün böyle meydana geleceğini o haksızlıklarda bulunanlar, hiç bilmiyorlar mı?.
 
 
7. Hayır hayır.. Şüphe yok ki: Günahkârların yazısı elbetteki Siccindedir.
7.       (Hayır hayır...) Öyle haince bir hareket ve âhiret hayatını inkâr asla doğru değildir. (Şüphe yok ki: Günahkârların yazışı) Öyle insanların hukukuna saldıran günahlardan kaçınmayan kimselerin o kötü muamelelerine ait yazılar, kayıtlar (elbette ki: Siccindedir.) Yâni: Kendisine siccin adı verilen bir kitapta yazılmış bulunmaktadır. O hilekâr, günahkârlar, o kötü amellerinden dolayı muhasebeye tutulacaklardır. Onların hiç bir muameleleri meçhul kalmamaktadır.
 
 
8. Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.
8. Ey Yüce Peygamber!. (Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.) Onu ne sen ve ne de senin kavmin Elbette ki, bilemezsiniz.
 
 
9. -O- bir yazılmış kitaptır.
9.    (O) Siccin denilen ve öyle fâcirlere ait bulunan kitap (bir yazılış kitabıdır.) Bir hususi işaret taşımaktadır. Bir amel defteridir. Onu gören, onda bir hayır bulunmadığını anlar, sahibinin günahlarını bildirmektedir, azaba lâyık olduğunu göstermektedir.
Kur'an-ı Kerim'in bu âyetleri de gösteriyor ki: İslâmiyet'te doğruluk, adalet, eşitlik, hakka riâyet pek mühim bir esastır. Her insan, alış verişinde, bütün iktisadî muamelelerinde doğruluktan ayrılmamakla mükelleftir. Hile yollarına sapan, âdi ve fâni bir şahsi menfaat uğrunda başkalarının hukukuna saldıran her şahıs, büyük mes'uliyete mâruz kalacaktır. Bu âkibet, Kur'an-ı Kerim'in ihtar ettiği bir hakikattir.
 
 
10. Yalanlayanların o gün vay hallerine.
10. Artık bu gibi hakikatleri (yalanlayanların o gün) kıyamet zamanında (vay hâllerine...) Onlar ne kadar azaba, helake mâruz kalacaklardır.
 
 
11. O kimseler ki, ceza gününü yalanlarlar.
11.       (O kimseler ki: Ceza gününü yalanlayıverirler...) Kötü amellerinden dolayı âhirette azap görmeyeceklerini sanıverirler, işte vay onların hâllerine, en şiddetli bir azap, onlara yönelik bulunacaktır.
 
 
12. Halbuki: Onu, haddi aşan, günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.
12.     (Halbuki: Onu) O ceza günü (haddi aşan) hakka tecâvüz eden insaftan mahrum bulunan (günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.) Öyle bir kimse, güzelce düşünmez, parlayıp duran delillere göz atmaz, verilen nasihatleri kabul etmez, nefsinin arzularına, şehvetlerine tâbi olmaktan ayrılmaz, bunun pek korkunç bir neticesi olarak da öyle bir küfre ve isyana tutulmuş bulunur.
 
 
13. Ona karşı bizim âyetlerimiz okunduğu vakit, evvelkilerin masalları, demiştir.
13.     Bu mübarek âyetler, inkarcıların Kur'an-ı Kerim hakkındaki iftiralarını bildiriyor, onların ne kadar kalp katılığına tutulmuş olduklarını teşhîr ediyor ve onların ne kadar mahrumiyete uğramış ve nasıl bir cehennem ateşine aday bulunmuş olduklarını ve nasıl bir kınamaya, ihtara mâruz kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ona karşı) O hain şahsa, Velid Ibn-i Mugire veya "Nadr-lbnil'hars" gibi herhangi bir inkarcıya karşı (bizim âyetlerimiz okunduğu) Kur'an-ı Kerim'in itikad, ahlâk, helâl ve haram gibi hükümlerine dair tebligatı bildirildiği (vakit) o dinsiz şahıs, o mukaddes âyetler hakkında onlar (evvelkilerin efsaneleridir, demiştir.) Öyle bâtıl, câhilce bir iddiaya cür'et göstermiştir.
"Esatir" tarihten evvelki zamana ait masallar, uydurma hikâyeler demektir.
 
 
14. Asla öyle değil.. Fakat onların kazanmış oldukları şey, kalpleri üzerini kaplamıştır.
14.    (Asla öyle değil) O âyetler, hâşâ efsane değildir. (Fakat onların) O mukaddesata efsane demeğe cür'et eden inkarcı şahısların (kazanmış oldukları şey) işlemiş oldukları küfür ve isyan, bâtıl düşünceler, onların (kalpleri üzerini kaplamıştır.) içlerine nüfuz ederek vicdanlarını kuşatmıştır. Artık, hakikatleri görüp anlayamaz bulunmuşlardır.
"Rane" kelimesi, galebe etti, kuşattı, sarıp kapladı demektir.
 
 
15. Hayır.. Şüphe yok ki: Onlar, o gün Rabbilerinden elbette mahrum kalmış kimselerdir.
15.    (Hayır) Onların o iddiaları bâtıldır. (Şüphe yok ki: Onlar) O Kur'an-ı Kerim'e efsane demek alçaklığında bulunan inkarcılar (o gün) o kıyamet zamanında (Rabbilerinden elbette mahrum kalmış) Allah'ın rahmetinden mahrum olmuş, manevi yakınlıktan uzak bulunmuş (kimselerdir.) Mühim zatlar, âhirette Allah'ın cemalini görme şerefine nail olacakları hâlde o inkarcılar öyle bir şereften ebediyen mahrum bulunacaklardır.
 
 
16. Sonra muhakkak ki: Onlar, o alevli cehenneme gireceklerdir.
16. (Sonra muhakkak ki: Onlar) O rahmetten, o görme şerefinden mahrum olanlar, (o alevli cehenneme) o yakıcı ateş mahalline de (gireceklerdir.) O ebedî azaba atılacaklardır. "Siliy" kelimesi, ateşe girmek, yaslanmak ve yanıvermek demektir.
 
17. Sonra denilir ki: İşte bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.
17. (Sonra da) O Cehenneme atılanlara zebaniler tarafından kınanmak ve yerilmek için (denilir ki: İşte bu) ceza, hakkınızdaki bu azap ve ceza (sizin kendisini) dünyada iken (yalanladığınız şeylerdir.) Siz bu âhirete inanmamıştınız. Hz. Peygamberi ve Kur'an-ı Kerim'i tasdik etmemiştiniz, ilâhî âyetleri birer efsane sanmış idiniz, işte bu cehennem, sizin için o bâtıl kanaatinizin, lâkırdılarınızın bir cezasıdır. Artık bu müthiş azabı tadın durun. İşte inkarcıların âkibetleri böyle pek korkunçtur.
 
 
18. Hakikattir ki: İyi kulların kitabı elbetteki illiyyindedir.
18.    Bu mübarek âyetler, sâlih mü'mînlerin amellerine ait kitapların yüksekliğini bildiriyor. O zâtların âhirette erişecekleri pek temiz, lezzetli, çeşitli nimetlere şöylece işaret buyuruyor. (Hakkaki) bir hakikattir ki: (Sâlih kulların) imânlarında sadakatli bulunan mü'minlerin (kitabı) amel sahifeleri (İlliyyindedir.) Pek yüksek bir makamdadır. Son derece aşağı bir mekân demek olan Siccinin h i I âf madır.
"Keliâ" kelimesi bir red harfidir, öyle değil, senin anladığın gibi değildir, anlamındadır. Maamafih "Hakka"mânâsını da ifade eder.
"İlli yy un" da iyi kimselerden olan insan ve cinne ait hayırlı amellerin yazılmakta olduğu yüce bir divanın adıdır. Yedinci semâda arşın altında bulunduğu rivayet olunuyor. Ibn-i Abbas hazretleri demiştir ki: Bu, yeşil Zebercedden bir levhadır ki, arşın altında bulunmaktadır, mü'mînlerin amelleri bunda yazılıdır. Illiyünun cennetten ve "Sidretül Müntehâ"dan ibaret olduğuna kail olanlarda vardır. "Essiracülmünîr.."
 
 
19. Illiyyinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.
19. (Illiyyinin ne olduğunu) Onun ne kadar muazzam bir mahiyette bulunduğunu (sana ne şey bildirdi?) O pek büyük bir heybete, yüceliğe sahiptir.
 
 
20. O, yazılmış bir kitaptır.
20. Evet.. (O) Illiyyin, kendisinde mü'minlerin değerlerinin yüceliği, selâmet ve kurtuluşa erişmeleri (yazılmış) olan (bir kitaptır) bir yüce levhadır.
 
 
21. Onu Allah'a yakın olanlar, müşahede eder görür.
21. (Onu) O yüksek kitabı (yakın olanlar) "mukarreb melekler" denilen yüce zâtlar (müşahede eder görür.) Yâni: Onu hazırlar, muhafaza ederler veya onun içindekilere kıyamet gününde şahitlik ederler.
 
 
22. Şüphe yok ki: İyiler, nîmet içindedirler.
22. (Şüphe yok ki, sâlih zâtlar) "Ebrâr" denilen takva sahibi, mübarek mü'minler, âhirette (nîmet içindedirler.) Onlar, pek güzel hâllere, pek yüksek makamlara erişmişlerdir.
 
 
 
23. Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
23. O seçkin zâtlar, cennetlerde (Tahtlar üzerinde) oturarak diledikleri yerlere bakarlar, cennetlerdeki güzel, zevk verici manzaraları seyrederler, kendileri için ihsan buyurulan nîmetlere, mevkilere (bakarlar) dururlar. Din düşmanlarının da cehennemde yanıp yakıldıklarını seyir ederler. Hiç bir şev, onları görmelerine engel olamaz. Bu, o zâtlar hakkında birinci vasıftır.
 
 
24. Onların yüzlerinde o nimetin güzelliğini görüp anlarsın.
24.     O mes'ut zâtların vaziyetlerine bakacak olsan (Onların yüzlerinde o nimetin güzelliğini görüp anlarsın.) Onların yüzlerinde öyle bir parlaklık ve güzellik parlayıp durur, onların ne kadar mes'ut Allah katında makbul oldukları anlaşılmış olur. Böyle bir hitap, ya Yüce Peygamberimizedir veya herhangi bir bakılacak kimseyedir. Bu da o takva sahibi zâtlar hakkında ikinci bir vasıftır.
 
 
25. Onlar, mühürlü, hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.
25. (Onlar) O cennete erişmiş, orada (mühürlü) başka şeylerin karışmasından korunmuş (hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.) Onu içince büyük bir zevk duyarlar. Hiç bir arızaya uğramazlar. Kalpleri ferahlamış olurlar. Bu da üçüncü bir vasıftır.
 
26. Onun nihayeti misktir, artık fazlaca rağbet gösterenler, bu-nun hakkında rağbet göstersinler.
26.     (Onun) O cennete mahsus şurubun (nihayeti misktir) öyle güzel kokulu bir şeydir. Öyle pek hoş bir koku ile sona ermiş olur. (Artık ziyade rağbet gösterenler.) Bir nefis şeye kavuşma arzusunda bulunanlar (bunun hakkında rağbet göstersinler.) Böyle pek lezzetli, pek nefis bir nimete kavuşmak için büyük bir eğilim göstersinler, buna lâyık olmak için çalışsınlar, ibâdet ve itaatte bulunsunlar.
"Münafese" rağbet etmek, bir mükemmelliğe erişmek için başkalarile müsabakada bulunurcasına çalışmak demektir ki: Fazilete yönelik bir kabiliyet olduğu için pek övülmüştür.
 
27. Ve onun karışımı tesnimdendir.
27.       (Ve onun) O cennete erişecek zâtlara mahsus içilecek lezzetli meşrubatın (mizacı) ona karıştırılan şey (tesnimdendir.) Onların üzerlerine yüksekten dökülen bir tesnim suyundan ibarettir.
 
28. -O- bir kaynaktır ki, ondan ancak -Allah'a- yakın olanlar içerler.
28.      O tesnim ise (Bir kaynaktır ki) bir yüksek çeşmedir ki: (Ondan ancak yakın olanlar) "ebrar" denilen seçkin zâtlar (içerler.) Ondan lezzet alırlar. Öyle yüce mânevi bir yakınlığa mazhar olamayanlar, o pek değerli çeşmenin suyundan içmeğe nail olamazlar. İşte, insan, böyle yüce nimetlere kavuşabilmesi için daha dünyada iken çalışmalıdır. İyiler zümresine dahil olmaya gayret etmelidir.
 
 
29. Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi, iman etmiş olanlara gülerlerdi.
29.   Bu mübarek âyetlerde mü'minlerle alayda bulunan isyankâr kimselerin âhirette ne kadar korkunç bir vaziyette bulunacaklarını bildiriyor. Onların mü'minlere karşı olan pek çirkin hareketlerini kınıyor ve teşhîr ediyor. Onların nihayet lâyık oldukları cezalara kavuracaklarını şöylece beyan buyurmaktadır. (Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi) Allah'ın emrine muhalefet ederek başkalarının hukukuna tecâvüze cür'et göstermişlerdi, kendi servetlerine aldanarak fakir mü'mînler ile alay etmişlerdi. (İmân etmiş olanlara gülerlerdi.) Onların hâllerine bakarak alay etmeğe yeltenIrlerdi.
"Bu mübarek âyetin sebebi nüzulü olmak üzere şöyle deniliyor: Ebü Cehil ve benzeri gibi Kureyş reisleri Ammar, Bil âl — i Habeşî gibi eshab-ı kiramın fakirleriyle alay ediyorlar, onlara bakıp gülümsüyorlardı ve yine deniliyor ki: Imam-ı Ali Radiyallâh-ü Anh, müslümanlardan bir zümre ile münafıkların yanlarına gitmişler, o münafıklar ise o zâtlar ile alay etmeye cür'et etmişler, birbirlerine kaş ve göz işaretlerinde bulunmuşlar, sonra o münafıklar, kendi arkadaşlarının yanlarına gitmişler, biz bugün bir aslan, yâni: Başının tepesinde ve önünde kıl bulunmayan ve küçürek ve küçük başlı olan bir kişiyi gördük diyerek gülmüşlerdi. Hz. Ali, daha Resülul'lâh'ın huzuruna gelmeden bu âyet-i kerîme nazil olmuştur.
 
 
30. Ve onların yanlarından geçtikleri zaman, birbirlerine karşı göz işaret yaparlardı.
30.    (Ve) O mü'mînler (onların) o alay eden dinsizlerin (yanlarından geçer oldukları zaman) o inkarcılar (birbirlerine karşı göz işareti yaparlardı.) Birbirlerine mü'minleri kaş ve göz işaretiyle göstermek isterlerdi, alay ederlerdi.
31. Ve kendi taifelerinin yanlarına döndükleri zaman pek keyifli bir halde dönerlerdi.
31.     (Ve) O münafıklar (kendi taifeleri yanlarına döndükleri zaman) bulundukları yerden ayrılıp kendi yakınlarının, guruplarının hanelerine gittikleri vakit (pek keyifli bir hâlde bulunurlardı.) O mü'minler ile alay etmiş olmaları, hoşlarına giderek ondan dolayı pek neşeli görünürlerdi.
"Fekâhet" zevklenmek, lâtife yapmak, kibirlenmek, çirkin lâkırdılarda bulunmak manasınadır.
 
 
32. Ve onları gördükleri vakit derler ki: İşte bunlar sapıklardır.
32.       (Ve) O dinsizler (onların) o mü'min zâtları (gördükleri vakit derlerdi ki: İşte bunlar) bu mü'minler (sapıklardır.) Kendi babalarının, dedelerinin yollarını bırakmış, M ıı ham m «d Aleyhisselâm'a tâbi olmuş kimselerdir.
 
 
33. Halbuki bunlar, onların üzerlerine denetleyici olarak gönderilmemişlerdi.
33. (Halbuki, bunlar) Müslümanlar ile alay eden bu kâfirler (onların üzerlerine) o mü'mîn zâtlar hakkında (gözeticiler olarak gönderilmemişlerdi.) Onların ne selâhiyetleri vardır ki: O mü'minleri hâl ve davranışlarını gözetleyebilsinler, onlar sapıklık isnadında cür'et edebilsinler!. Onlar kendi alçaklıklarını, cehaletlerini bilmiyorlardı, o doğru yolu takip eden zâtlara dil uzatıyorlardı.
Diğer bir yoruma göre bu beyanlar, o kâfirlerin sözlerini hikâye etmekten ibarettir. Şöyle ki: O kâfirler, müslümanları görünce diyorlardı ki: Bunlar, bizim üzerimize muhafızlar olarak gönderilmemişlerdir. Bunlar bizi o selâhiyetle İslâm dinine davet ediyorlar, bizim şirkimize mâni olmak istiyorlar?.
 
 
 
34. Artık o günde de o iman etmiş olanlar, o kâfirlere gülecek-lerdir.
34.    (Artık o günde de) O âhirette, o ceza gününde de (o îman etmiş olanlar, o kâfirlere güleceklerdir.) O kâfirler dünyada iken mü'mînlere karsı alaycı bir surette gülmüş olmalarına bir mukabil olmak üzere kendileri gülünecek bir vaziyette bulunacaklardır.
O kâfirler, inkâr ettikleri o ceza gününe kavuşmuş, o gün bilmüsahede sabit bulunmuş olacağı için artık mü'minler, sevinçli bir hâlde bulunacaklardır.
 
 
 
35. Tahtlar üzerinde seyredeceklerdir.
35. O gün mü'mînler (Tahtlar üzerinde) oturarak o kâfirlerin baslarına gelen ilâhî azabı, o dinsizlerin yapmış oldukları inkâr ve alaylarının cezasını (seyredeceklerdir.)
 
 
 
36. Nasıl o kâfirler, isledikleri sev ile cezalanmış oldular mı?
36. Artık âhirette mü'mînlerin sevincini daha fazla arttırmak için buyurulacaktır ki: (Nasıl o kâfirler) Dünyada iken (isler oldukları şey i'*' o inkârları, alaycı hareketleri sebebiyle (cezalanmış oldular mı?.) İste cezalandırıldıklarını müşahede edip duruyorsunuz, bu akıbeti zâten size Kur'an-ı Kerim vaktîle haber vermişti, iste simdi gerçekleşmesini de gözlerinizle görüyorsunuz.
"Tesvib" sevap ve ceza vermek, bir ;eyln karşılığını ödemek demektir. Maamafih sevap, lâvzı hayır karşılığında, ceza lâfzı da ;et karşılığında daha ziyade kullanılmaktadır. Bu âyet-i kerîmede de bir kınamak için, kâfirlerin baslarına gelecek cezaya, azaba sevap denilmiş bulunuyor. Yâni: Ey kâfirler!. Siz başka sevap beklemeyiniz, sizin amellerinizin, karşılığı, böyle bir daimi azaptan ibaret bulunmuştur. O hâlde insanlar böyle müthiş bir cezaya uğramak istemezlerse itikatlarını, amellerini ıslâha çalışmalıdırlar, kimsenin hukukuna meşru bir suretteki şeref ve şanına müdahelede bulunmamalıdırlar. Din kardeşliğinin değerini karşılıklı bir hürmet ve muhabette devam etmelidirler. İnsanlık cemiyetinin ebedî selâmet ve saadeti ancak bu suretle tecelli eder. Hak Teâlâ Hazretleri, cümlemizi böyle bir muvaffakiyete nail buyursun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.
 
  Bugün 35 ziyaretçi (42 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol