KUR'ANI KERİM'İN TÜRKÇE MEALİ ALİSİ VE TEFSİRİ
  57-EL- HADID SURESİ
 
57-EL- HADID SURESİ
 
Bu mübarek sûre, tersimlerin çoğunluğuna göre Medine-i Münevvere'de "Ezzilzâl" sûresinden sonra nazil olmuştur. Yirmi dokuz âyet-i kerîmeyi içermektedir. Yirmi beşinci âyetinde demir demek olan hadîdin ehemmiyetine, fâidelerine işaret buyrulmuş olduğu için bu mübarek sûreye "Hadid sûresi" adı verilmiştir.
Bu mübarek sûrenin evveli, bütün kâinatın Cenab-ı Hakk'ı tesbîhte bulunduğunu beyan ile Vakıa sûresinin sonundaki tesbîh ile emrin sebebi mesabesinde bulunmuştur. Başlıca konuları şöyledir:
1. Allah Teâlâ'nın mukaddes isimlerine, sıfatlarına ve yaratmış olduğu yaratılış hârikalarına işaret.
2. Doğru olan ve Allah rızası için infakta bulunan mü'minlerin nasıl bir nurlu geleceğe nail olacaklarını müjdelemek.
3. Fâni varlıklarına böbürlenip duran cimri kimselere pek fena akıbetlerini ihtar.
4. Bâzı Peygamberlerin kıssalarına işaret ederek geçmiş ümmetlerin tarihî hâllerine dikkatleri çekmek.
5.      Büyük lütuf sahibi olan Yüce Mabudun dilediği Peygamberini pek yüksek bir imtiyaza nail buyuracağını beyan ile Yüce Peygamberimize îman edenlerin kat kat mükâfatlara nail olacaklarına ve Hz. Peygamber'in yüceliğine işaret .
 
 
1. Göklerde ve yerde ne var ise Allah için teşbih etmektedir. Ve O, güçlüdür, hikmet sahibidir.
1.       Bu mübarek âyetler, bütün kâinatın Cenab-ı Hakk'ı takdîs ve yüceltmede bulunduğunu bildiriyor. Bütün göklere ve yerlere sahip olan O Yüce Yaratıcının bir kısım mukaddes vasıflarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Göklerde ve yerde ne var ise) Bütün bunlarda bulunan mahlûkat, melekler, insanlar, cinler ve diğerleri (Allah için tesbîh etmektedir.) yâni: Sözle ve lisan-ı hâl ile O Yüce Yaratıcıyı takdîs ve yüceltmeye devam eder bulunmaktadır. Çünki bütün bunların varlığı, bir Ezelî Yaratıcı'nın, bir hikmet sahibi sanatkârın varlığına delâlet ve şahadet edip durmaktadır. (Ve O) Ezeli Yaratıcı (azizdir.) herşeye kaadirdir, galiptir. O'na karşı hiçbir şey muhalefette bulunamaz. Ve o (hakîmdir.) her yarattığı, her emr ve nehyi birer hikmet ve fayda gereğidir.
 
 
2. Göklerin ve yerin mülkü O'nun içindir. Diriltir ve öldürür ve O, her şey tamamen üzerine kaadirdir.
2. (Göklerin ve yerin mülkü onun içindir) Bütün bu kâinata sahip, onlarda hakîm olan o Yüce Yaratıcıdır. Hepsi de tamamen onun tasarrufları altında bulunmaktadır. O, dilediğini (diriltir) onda hayat sıfatını vücuda getirir (ve) dilediğini de (öldürür) belirlenmiş eceli sona erince onu hayattan mahrum bırakır (ve O) Yüce Yaratıcı (her) mümkün (şey üzere tamamen kaadirdir.) öyle dilediğini diriltmeğe ve öldürmeğe de fazlasıyla kaadirdir. Mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur, ona kimse mani olamaz.
 
 
3. O, evveldir ve âhırdır ve zahirdir ve bâtınıdır ve O, her şeyi bilendir.
3.       (O) Kudret sahibi Yaratıcı (evveldir) onun varlığı ezelîdir, her şeyden öncedir, hepsini de yoktan var eden Odur. (ve) O Ezeli Yaratıcı (âhirdir) her şeyden sonra da sonsuz olarak kalıcıdır, yok olmaktan uzaktır, (ve) O yüce Mabut (zahirdir) her şeyin üstündedir, onun varlığına bütün mahlûkatı açıkça delâlet etmektedir (ve) o âlemlerin Rabbi (batındır) her şevin aslını hakkıyle bilendir, mahlûkatının akılları, hassaları ise onun ilâhî zatını tamamen olduğu gibi görüp, bilip keyfiyetini tâyin edemez, (ve O) Kâinatın Yaratıcısı (her şeyi bilendir) her şeyi tamamen bilir, ona karşı hiçbir şey gizli kalamaz, açık ve gizli olan her şevi görür, bilir. Buna inanmışızdır.
 
 
4.       O, o -zat- dır ki: Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra ar; üzerine istiva buyurdu. Yerde dahil olan şeyi ve ondan çıkan şeyi ve semadan iniveren şeyi, ve onda yükselen şeyi bilir. Ve O, her nerede olsanız sizinle beraberdir. Ve Allah, ne işlediğinizi hakkıyle görücüdür.
4.    Bu mübarek âyetler de Yüce Yaratıcının gökleri ve yeri yaratıp hepsinin üstünde hüküm sürer olduğunu bildiriyor. Bütün kâinata sahip olan o Hikmet sahibi Yaratıcının bütün zamanî inkılâpları vücuda getirmekte olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (O, o) Yüce Zat (dır ki:) O Kâinatın Yaratıcısı Hazretleridir ki: (gökleri ve yeri altı günde yarattı) yâni: Altı muhtelif tavırda vücuda getirdi. Veyahut dünya günlerine göre altı gün kadar bir müddet içinde var etti. Pazar gününden itibaren cuma gününe kadar altı günde yaratmış olduğu da rivayet olunmaktadır, (sonra) O Yüce Yaratıcı (ar; üzerine istiva buyurdu.) yâni: Hâkimiyet ve tasarruf tahtı üzerine yükselerek bütün kâinata karşı hüküm sürer oldu. Taht üzerinde karar kılmak gibi tâbirler, temsîl yoluyla yücelik ve hâkimiyeti tasvirden ibarettir. Yoksa Cenab-ı Hakk'ın bütün mekânlarından uzak olduğu malumdur. "Araf süresine" de müracaat!. Evet.. O Yüce Yüce Yaratıcı, bütün kâinata hakimdir, her şeyi bilendir (yerde dahil olan şeyi) bütün yerler içinde bulunan madenleri, bitkileri, ölülerin bedenlerinin parçalarını ve diğer şeyleri bilir, (ve ondan çıkan şeyi) de bilir. Ekinleri, meyveleri çeşit çeşit fâideli şeyleri de bilmektedir, (ve gökten iniveren şeyi) de bilir, melekleri de, vahiyleri de, yağmurları da, aydınlıkları da vesâireyi de ilmen kuşatmaktadır, (ve onda yükselen şeyi) de (bilir) semaya yükselen buharları, nurları, amelleri vesâireyi de o Yüce Yaratıcı tamamen bilmektedir. Bu hususa dair "Sebe" sûresine de müracaat!, (ve O) Yüce Yaratıcı, ey insanlar!. Siz (her nerede olsanız sizinle) ilim ve kudret bakımından (beraberdir) sizin bütün işlediğiniz şeyleri bilir. Nerelere vardığınızı ve nerelerde ikamet eylediğinizi bilmektedir, (ve Allah, ne işlediğinizi hakkiyle görücüdür.) her nerede olursanız olunuz, sizin fiilleriniz ve sözleriniz, Cenab-ı Hakk'ın ilim ve kudretinin dışında olamaz, sizi kendi amellerinize göre mükâfat ve cezaya kavuşturacaktır.
 
 
5. Göklerin ve yerin mülkü onundur ve bütün işler, Allah'a döndürülür.
5.    (Göklerin ve yerin mülkü) Onların üzerindeki sahiplik ve tasarruf hak ve selâhiyeti (onundur) o ortak ve benzerden yüce olan Allah Teâlâ'nındır. (ve bütün işler) Bütün mahlûkatın işleri ve bakımı (Allah'a döndürülür.) İlâhî hüküm, onların haklarında tam bir adalet ve himmetle tecellî eder.
 
 
6. Geceyi gündüze çevirir, gündüz de geceye çevirir ve O, sine-lerde gizli olanları da hakkıyle bilendir.
6. O hikmet sahibi yaratıcı (Geceyi gündüze çevirir) geceleri kısaltır, karanlık zamanları aydınlığa kavuşturur (gündüzü de geceye çevirir) gündüzleri kısaltır, onların aydınlığını azaltır, ufuklar karanlıklar içinde kalır. Bütün bunlar, birer hikmet gereğidir, (ve O) Yüce Yaratıcı (sinelerde gizli olanları da hakkiyle bilendir.) mahlûkatı o kadar çok olduğu hâlde hepsinin de sırlarını, düşüncelerini, inançlarını tam mânâsiyle bilir, hiçbir şey o Bilen Yaratıcının ilminin dairesi dışında kalmaz. Artık bu kadar yüksek ilâhî vasıfları düşünüp de onun mukaddes zatını birleme ve tesbîhde bulunmak icap etmez mi?.
 
 
7. Allah'a ve Peygamberlerine îman edin. Kendisinde sizi tasarrufa yetkili kılmış olduğu leylerden harcamada bulunun. İmdi siz-den o kimseler ki, îman ettiler ve harcamada bulundular, onlar, için pek büyük bir mükâfat vardır.
7.       Bu mübarek âyetler de insanları îmana ve Cenab-ı Hak'kın verdiği mallardan harcamaya davet ediyor. İnsanların kendilerine kabiliyet verilmiş olduğu hâlde Yüce Peygamber tarafından davet edilen îmandan kaçınmalarına bir sebep bulunmadığına işaret buyuruyor. O merhametli ve kerem sahibi Mabudumuzun insanlığı karanlıklardan nura çıkarması için Peygamberine parlak parlak âyetleri indirmekte olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Allah'ın kulları!. (Allah'a ve Peygamberine îman edin) Cenab-ı Hak'kın birliğini. Peygamberinin risaletini ikrar ve tasdikte bulunun ve o Yüce Yaratıcının (kendisinde sizi tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden) yâni: Esasen Hak Teâlâ'nın yaratmış ve sahip bulunmuş ve sizi hilafe yoluyla tasarrufa nail buyurmuş olduğu mallardan (harcamada bulunan) o malların bir kısmını Allah yolunda sarf edin, fakirlere, zayıflara yardım eyleyin (imdi sizden o kimseler ki, îman ettiler) ilâhî dini kabul eylediler (ve infakta bulundular) Allah rızası için mallarının zekâtını, sadakasını verdiler (onlar için büyük bir mükâfat vardır) onlar, hatır ve hayâle gelmeyen pek büyük nimetlere, sevaplara nail olacaklardır.
 
 
8. Ve sizin için ne var ki, Allah'a îman etmeyesiniz?. Halbuki, Peygamber, sizi Rab'binize îman etmeniz için davet ediyor ve mu-hakkak ki, -Allah-ü Teâlâ- sizden misak da almıştır, eğer mü'minler oldunuz iseniz?.
8.   (Ve) Ey îmandan kaçınan câhiller!, (sizin için ne var ki,) Hangi bir şey, sizi men ediyor ki, (Allah'a îman etmeyesiniz?.) öyle bir mutluluk sebebinden mahrum kalacaksınız?, (halbuki. Peygamber, sizi Rab'binize îman etmeniz için davet ediyor) sizi en kuvvetli deliller ile irşada çalışıyor, hakkınızda o kadar hayır diler bulunuyor, (ve muhakkak ki) Allâh-ü Teâlâ (sizden misak da almıştır.) yâni: Size bir kabiliyet vermiş, Allah'ın varlığına şahadet eden nice yaratılış hârikalarını yaratıp gözlerinizin önüne bırakmıştır, sizi nice aklî ve naklî delillere nail buyurmuştur. Bunlardan istifade etmeli değil misiniz?. Ne büyük bir ilâhî kınama!.
Bir yoruma göre de Cenab-ı Hak, sizden ruhlar âleminde bir söz ve misak almıştır, "ben sizin Rab'biniz değil miyim" sorusuna: "Evet.. Rab'bimizsin" diye itirafta bulunmuş, söz vermiş idiniz, şimdi ne için inkâra cür'et ediyorsunuz?. (Eğer mü'minler oldunuz iseniz?.) Öyle aklî ve naklî delillere dayanarak îman edecek kimseler iseniz, daha ne duruyorsunuz, hemen îman ediniz, bütün kâinat, karşınızda parlayıp duruyor, bir Yüce Yaratıcının varlığına şahadet ediyor.
 
 
9.       O, o -zat- dır ki: Kulunun üzerine açık açık âyetler indirir, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarması için ve şüphe yok ki, Allah, si-zin için elbette çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
9.   (O, o) sıfatları yüce zat (dır ki: Kulunun üzerinde açık açık âyetleri indirir) Yüce Peygamberine en açık delilleri, Islâmiyetin gerçek olduğuna dair en parlak delilleri indirip ihsan buyuruyor. Evet., (sizi karanlıklardan nura çıkarması) için dalâletten çıkarıp hidâyete erdirmesi için öyle pek açık âyetleri kadri yüce Peygamberine ihsan lütfunda bulunur, (şüphe yok ki, Allah, sizin için) ey îman ile mükellef kimseler!, (çok şefkatlidir, çok merhametlidir) onun içindir ki, size bir îman kabiliyeti vermiştir, sizi îmana davet buyurmuştur, tâ ki, siz o sayede ebedî bir selâmet ve saadete kavuşasınız. Artık böyle bir îmanı nasıl olur da kabul etmezsiniz?
 
 
10.      Ve sizin için ne vardır ki, Allah yolunda harcamada bulunmayasınız?. Ve göklerin ve yerin mirası, Allah içindir. Sizden fetihden önce harcayan ve savaşta bulunanlar ki: Onlar dereceten pek büyüktürler, daha sonra harcama yapan, ve savaşta bulunanlar ile e s it olmazlar. Bununla beraber Allah Teâlâ hepsine de pek güzel mükâfat va'd etmiştir ve Allah Teâlâ yapar olduğunuzdan haberdardır.
10.   Bu mübarek âyetler de harcamadan kaçınanları kınıyor. Müslümanlığa İslâm fetihlerinden evvel nakden ve bedenen hizmette bulunanların pek yüksek mertebelere nail olacaklarını bildiriyor. Bununla beraber daha sonra hizmette bulunanların da mükâfatlara nail olacaklarını haber veriyor. Allah rızası için mallarını infak edenlerin kat kat mükâfatlara kavuşacaklarını beyan buyuruyor. Ahirette bütün mü'minlerin ne kadar nurlara, nimetlere, yüksek derecelere nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (ve) Ey insanlar!, (sizin için ne vardır ki:) Ne gibi bir engel mevcuttur ki, (Allah yolunda harcamada bulunmayacaksınız?.) O vesile ile de Allah'ın rızasını kazanmaya çalışmayasınız?. Sizi bir nice nimetlere nail eden bir Yüce Yaratıcının emrine uyarak harcamada bulunmalı değil misiniz?, (ve göklerin ve yerin mirası Allah içindir.) Her şey, yok olucudur. Ve Cenabı-ı Hak'kın tasarrufu, hâkimiyeti altına dahildir. Sizin geçici olarak elde etmiş olduğunuz varlıklar da yok olacaktır, onlar da Hak Teâlâ'nın takdir ettiği şekilde inkilâplara uğrayacaktır. Binaenaleyh yok olmadan önce harcamada bulununuz ki, mükâfatlara nail olasınız, (sizden fetihten önce infak eden) nice yerlerin fethine bir ön fetih teşkil eyleyen Mekke-i Mükerreme'nin fethinden evvel malını Allah yolunda harcamış olan (ve savaşta bulunanlar ki,) onlar ilk değerli mücahitlerdir, ilk muhterem muhacirler ile saygıdeğer ensardır. İşte (onlar derece bakımından pek büyüktürler) Allah katında pek yüksek mevki sahipleridir. O zatlar (daha sonra infak eden ve savaşta bulunanlar ile eşit olmazlar) elbette ki, o evvelki zatların dereceleri daha yüksektir.
Çünki Mekke-i Mükerreme'nin fethinden önce m üs l umanlar büyük bir darlık içinde idiler, adetleri nisbeten az idi, İslâmiyet'i yaymaya çalışmaları büyük bir fedakârlık eseri bulunuyordu. Bu fetihden sonra ise müslümanlar kuvvet bulmuş, İslâmiyet fazlaca yayılmaya başlamış idi. Binaenaleyh fetihten önce harcama ve cihat daha büyük bir fedakârlık bulunduğu için mükâfatı da pek fazladır, (maamafih Allah -Teâlâ-hepsine de pek güzel mükâfat vâ'd etmiştir.) İslâmiyet'e fetihten önce mal ve beden ile hizmet edenler de, fetihten sonra hizmette bulunanlar da haddizatında büyük mükâfatlara kavuşacaklardır. (Ve Allah -Teâlâ- yapar olduğunuzdan haberdardır.) sizin hâllerinizi zahirini de, bâtınını da, bilmektedir, sizi güzel amellerinize göre mükâfatlara nail buyuracaktır. Bu âyet-i kerime'nin Hz. Ebü Bekir Radiyallâhü Anh hakkında inmiş olduğunu söyleyenler vardır. Çünkü o mübarek zât, İman edenlerin, mallarını Allah yolunda harcayanların ve kâfirlere karşı cihada atılanların ilki bulunmuştur. Ve Resül-i Ekrem Efendimiz, hastalığı zamanında Ashab-i kirama namaz kıldırmak için onu imam tâyin buyurmuştur.
 
 
11. Kimdir, o kimse ki: Allah'a güzel ödünç ile ödünç versin de -Allah Teâlâ- onun için onu kat kat arttırsın?. Ve onun için pek kerim ân e bir mükâfat da vardır.
11 .(Kimdir o kimse ki,) O fedakâr mü'min ki, (Allah'a güzel ödünç ile ödünç versin de,) yâni: Sırf Allah rızâsı için malını harcamada bulunsun da (Allah) Teâlâ da (onun için) o infak eden İman sahibi için (onu) o ödünç verilen malı (kat kat arttırsın.) onun karşılığında birçok sevaplar ihsan buyursun (ve onun için) öyle samimiyetle harcamada bulunan herhangi bir İman ehli için (pek değerli bir mükâfat da vardır.) onun bu yüksek değerini belirlemek, bizim kudretimizin dışındadır. Öyle bir zât, cennetlere ve ilâhi tecellilere m az har olacaktır.
 
 
12.       O gün mü'minleri, ve mümineleri göreceksindir ki, nurları önlerinde ve sağ taraflarında koşar. -Onlara denilecektir ki,- bugün sizin müjdeniz çenetlerdir ki, onların altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebediyyen kalıcılarsınız, işte bu, en büyük kurtuluştur.
12.    Evet.. O zâtlar için o âh i ret gününde öyle muazzam mükâfatlar vardır. İşte (o gün, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları göreceksindir ki, nurları önlerinde ve sağ taraflarından koşar» dünyadaki güzel amellerinin sayesinde böyle nurlu bir geleceğe nail olmuş olurlar. Onlara melekler tarafından denilecektir ki: (bugün sizin müjdeniz, cennetlerdir) Size müjdeleriz ki, siz cennetlere nail olacaksınızdır. Onlar öyle cennetlerdir (ki: Onların altlarından ırmaklar akar) lezîz, güzel sular akar gider. Artık siz ne kadar mutlu zâtlarsınız ki, o cennetlerin (içlerinde ebediyyen kalıcılarsınız.) o nimetler, ellerinizden asla çıkmayacaktır (iste bu,) böyle nurlara, müebbet cennetlere olmak (en büyük bir necattır.) takdirlerin üstünde bir selâmet ve mutluluktur. Yüce Mabudumuz, cümlemize nasip buyursun, âmin.
 
 
13. O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar îman etmiş olanlara diyeceklerdir ki: Bize bakınız, nurunuzdan bir parça ışık alalım. -O münafıklara- denilmiş olur ki: Dönün arkanıza da bir nür arayın, artık aralarına bir duvar çekilmiştir ki: Onun için bir kapı vardır, iç tarafında rahmet vardır. Dıs tarafı ise onun tarafından -da-azap vardır.
13. Bu mübarek âyetler de münafıkların âhiretteki müthiş vaziyetlerini bildiriyor. Onların yollarını düzeltebilmek için mü'minlerden bir nür isteyeceklerini, müminlerin de alay etmek için onlara nasıl bir cevap vereceklerini haber veriyor. Müminler ile o münafıklar arasında nasıl bir durumun meydana geleceğini ve ateşe mâruz kalan münafıkların mü'minlerden nasıl yardım isteğinde bulunacaklarını ve onların dünyadaki pek fena hâlleri hatırlanarak nasıl red olunacaklarını tasvir buyuruyor. Artık o münafıklar ile diğer kâfirlerin içine atıldıkları ateşten kurtulmaları için bir kurtuluş çaresi bulunamayacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (O gün) O mü'minlerin nurlar içinde cennetlere varacakları vakit (münafık erkekler ve münafık kadınlar) görünüşte İmanlı görünüp de kalben küfür içinde yasayanlar, hakikî şekilde (îman etmiş olanlara diyeceklerdir ki:) bu hâdisenin muhakkak olduğuna işaret için geçmiş zaman kipiyle "dediler ki" diye beyan buyuru I muştur. Evet âhirette diyeceklerdir ki: Ey müminler!, (bize bakınız!.) Biraz bizi gözetip iltifatta bulunun (nurunuzdan bir parça ışık alalım.) o sayede karanlıktan kurtulalım, sizlere katılalım, bunun üzerine o münafıklar mü'minler veya melekler tarafından bir alay ve eğlence maksadiyle (denilmiş olur ki:) ey münafıklar!, (dönün arkanıza da bir nür arayın) durak yerine veya dünyaya dönünüz de, orada nür tahsiline çalısınız, nura kavuşmanın sebeplerine sarılın ki, nura nail olabilesiniz!. Ne yazık ki, bu mümkün değil!, (artık aralarına bir duvar çekilmiştir ki,) o mü'minler ile münafıklar arasında bir engel meydana getirilmiş olacaktır ki, (onun için) o duvara mahsus (bir kapı vardır) o duvarın veya kapının (iç tarafında rahmet vardır) bu, mü'minlerin tarafına aittir, cennete yöneliktir, (dıs tarafı ise) münafıklara aittir (onun tarafından) da (azap vardır) o dıs taraf, azap mahalli olan cehenneme yöneliktir.
 
 
14.        Onlara bağırırlar ki: Biz sizinle beraber değil mi idik?. Onlar da derler ki: Evet.. Ve lâkin siz nefsinizi fitneye düşürdünüz, ve -mü'minler hakkında fenâlık-gözettiniz ve sizi bâtıl şeyler, gurura düşürdü, tâ ki, Allah'ın emri geliverdi. Ve sizi şeytan Allah ile aldattı.
14. Böyle aralarına bir duvar konulup da azabı gördükleri zaman münafıklar (Onlara) o Ehl-i Cennete (bağırırlar ki, biz sizinle beraber değil mi idik?) dünyada iken sizinle beraber bulunup namaz kılmıyor mu idik, savaşlara atılmıyor mu idik, simdi bize ne için yardım etmiyorsunuz? (onlar da) mü'minler de o münafıklara cevaben (derler ki: Evet..) siz görünüşte bizimle beraber idiniz, (ve lâkin siz nefsinizi fitneye düşürdünüz) münafıklık ile, bir nice günahları islemekle, bu kıyamet gününü inkâr ile kendi nefsinizi helak ettiniz (ve) mü'minler hakkında fenalık (gözettiniz) mü'minlerin mağlûbiyetlerini bekleyip durdunuz (ve sizi bâtıl şeyler) bos, zararlı temennîler (gurura düşürdü) kendinizin o münafıklık sayesinde bir selâmete nail olacağınızı ümit eder olmuştunuz (tâ ki, Allah'ın emri geliverdi) ölüm gelip sizi yakaladı (ve sizi şeytan, Allah ile aldattı.) sizi aldatmaya çalıştı. Sizin münafıkça hareketiniz, Allah'ın rızâsına uygundur dedi ve "Allah, yarlıgayıcıdır, esirgeyicidir, sizi      afv eder, istediğiniz kadar zevkinize bakınız, sizi günahlarınızdan dolayı azaba çarptırmaz" diyerek sizi öyle kâfirce bir hâlde yasamaya sevk etmiş oldu. Artık şimdi sizi ilâhî azaptan kim kurtarabilir?.
 
 
15. Artık bu gün ne sizden -ey münafıklar- ne de kâfir olan kimselerden kurtuluş fidyesi kabul edilmez. Sizlerin sığınacağınız yer, cehennemdir. Sizin için evlâ olan odur. Ve -o- ne kötü gidi; ma-hallidir!.
15.    (Artık) Ey Münafıklar!, (bu gün ne sizden, ne de kâfir olan kimselerden) küfürlerini izhar eden dinsizlerden (kurtuluş kabul edilmez) azaptan kurtulabilmeniz için sizlerden hiçbir bedel, hiçbir karşılık alınmaz, isterse içinizden biri diyelim dünyalar dolusu gümüş ve altın feda edecek olsun, (sizlerin sığınacağınız yer, cehennemdir) oradan ebediyyen kurtulamayacaksınızdır. (sizin için daha lâyık olan odur) Size lâyık olan ceza yeri, o cehennemden ibarettir, (ve) o cehennem (ne kötü gidi; yeridir!.) Kısacası: Artık sizin için bu ateşin mahalden kurtulmaya bir çare yoktur. İşte küfür ve nifakın cezası, böyle ebedidir.
 
 
16.   İman edenler için hâlâ zamanı gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ın zikri için ve Hak'tan inen için korku ve saygı içinde bulunsun?. Ve evvelce kendilerine kitap verilmiş kimseler gibi olmasınlar ki, üzerlerine uzun zaman geçmişte artık kalpleri katılaşmıştır ve onlardan bir çoğu fası ki ardır.
16. Bu mübarek âyetler de gaflet içinde yaşayan mü'minleri uyanmaya davet ediyor. Allah'ı zikir ile, Kur'an-ı Kerim ile kalplerinde Allah korkusunun tecellî etmesini tavsiye buyuruyor. Zamanın geçmesi ile kalpleri katılık içinde kalmış olan ehl-i kitap gibi olmamalarını emrediyor. Ölmüş yerleri yeniden hayata kavuşturan Allah - ü Teâlâ'nın akıllıca düşünecek kimseleri de kalp katılığından kurtararak manevî bir hayata erdireceğine işarette bulunuyor. Allah yolunda sadaka verenlerin, güzel ödünç verenlerin kat kat mükâfatlara nail olacaklarını müjdelemektedir.
Şöyle ki: (İman edenler için) İslâmiyet'i kabul etmek şerefine nail olanlar için (hâlâ zamanı gelmedi mi ki,) yeter derecede bir müddet geçmedi mi ki, (kalpleri Allah'ın zikri için) onun kudretini lûtf ve ihsanını düşünmeleri için (ve Hak'tan inen) Kur'an-ı Kerim (için korku ve saygı içinde bulunsun) dini vazifelerini îfâ hususunda gaflete, tembelliğe düşmeyerek Cenab-ı Hak'kın bütün emirlerine ve yasaklarına hakkiyle riâyete devam etsinler (ve) o müslümanlar (evvelce kendilerine kitap verilmiş kimseler gibi) Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi (olmasınlar ki,) onların (üzerlerine uzun bir zaman geçmiş) vakti ile kendilerine gönderilmiş olan Peygamberler ile aralarında asırlarca bir müddet bulunmuş (da artık kalpleri katılaşmıştır) öğütlerden faydalanamaz bir hâle gelmişlerdir, (ve onlardan bir çoğu fâşıklardır) O eski kavimlerden bir nicesi dini vazifelerini terk etmiş, ellerindeki kitapları değiştirerek onların karşılığında pek âdi şeyleri satın almışlar, pek dağınık bir hâle düşmüşlerdir. Binaenaleyh onların o pek kötü, felâket getirici hayat tarzlarını taklit etmek, kendi selâmet ve mutluluğunu düşünen bir müslüman için elbette uygun olamaz.
Rivayete göre müslümanlar, Medine-i Münevvere'ye hicret edince nispeten çoğalmışlar, bol bir rızka, bir nimete nail olmuşlar, aradan on üç sene kadar bir müddet geçmiş idi ki, içlerinden bâzıları ibâdet ve itaat hususunda, öğütlerden istifâde hususunda biraz tembellik, biraz kalp katılığı gösterir gibi olmuşlardı, bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. Yine rivayet olunuyor ki: Bu âyet-i kerîme, Ebü Bekir Radiyallâhü Anh'in yanında okunmuş, huzurunda ise Ehl-i Yemame'den bir cemaat bulunuyormuş. O zâtlar, bu âyet-i kerîmeyi dinleyince ağlamaya başlamışlar. Hz. Sıddık da onlara bakmış da, demiş ki: İşte biz de böyle idik, tâ ki, kalpler kat 11 aştı.
 
 
17. Biliniz ki, şüphe yok Allahû Teâlâ yeri öldüğünden sonra hayata kavuşturur. Muhakkak ki, sizin için âyetleri açıkça beyan ettik, tâ ki, akıllıca düşünesiniz.
17.      Al I âh-ü T e âlâ insanlar için uyanmaya nâiliyetin mümkün olduğuna işaret için şöyle buyuruyor: (Biliniz ki, şüphe yok Al I âh-ü T e âlâ, yeri öldüğünden sonra hayata kavuşturur) artık o Yüce Yaratıcı, kalp katılığına tutulan, manevî hayattan mahrum kalan kimseleri de Kur'an-ı Kerim'in öğütleri ile delilleri yeniden uyanmaya, vicdan rahatlığına, manevî hayata nail buyurabilir, ümitsizliğe düşmemelidir (muhakkak ki,) ey kalp katılığına düşmüş insanlar!, (akıllıca düşünesiniz) bu beyanları güzelce düşünerek hayatınızı tanzime muvaffak olasınız.
 
 
 
18.       Muhakkak ki, sadaka veren erkekler ve kadınlar ve Allah'a güzel ödünç ile ödünçte bulunmuş olanlar için -sevapları- kat kat olur. Ve onlar için pek hoş bir mükâfat da vardır.
18.       (Muhakkak ki, sadaka veren erkekler ve kadınlar) Fakirlerin, zayıfların imdadına koşan m üs l umanlar (ve Allah'a güzel ödünç ile ödünçte bulunmuş olanlar) yâni: Sırf Allah rızâsı için gönül hoşluğu ile, hâlis bir niyyet ile Allah yolunda hayırat ve hasenatta bulunan mü'minler (için) âhirette sevapları (kat kat olur) on mislinden yediyüz misline kadar fazla bulunabilir (ve onlar için pek hoş bir mükâfat da vardır) ki: O da cennettir, Cenab-ı Hak'kın yüce zâtına bakmaktır. Ne yüce bir mazhariyyet!.
 
 
 
19.    Ve o kimseler ki, Allah'a ve O'nun Peygamberlerine îman ettiler Rab'lerinin katında sıddıklar ve şehit olanlar onlardır, onlar için mükâfatları ve nurları vardır. Ve o kimseler ki, kâfir oldular ve bizim âyetlerimizi tekzîb ettiler işte onlar da cehennem sahipleridir.
19.   Bu mübarek âyetler: Mü'minlerin değerinin yüceliğini ve nail olacakları nîmetleri bildiriyor. İlâhî âyetleri inkâr eden kâfirlerin de cehennemlik olduklarını ihtar ediyor. Âhiret hayatının da bir azap yurdu ve bir mağfiret ve rıza yurdu olduğunu beyan ile insanları mağfiret ve rızaya vesîle olan hususlara teşvik buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve o kimseler ki, Allah'a ve O'nun Peygamberlerine îman ettiler) Hak Teâlâ'nın birliğini ikrar ve bütün Peygamberlerin peygamberlik ve risâletlerini tasdik eylediler, işte (Rab'larının katında sıddıklar ve şehit olanlar onlardır) onlar, Allah katında öyle yüksek mertebelere sahiptirler. Binaenaleyh (onlar için) yarın âhiret âleminde (mükâfatları ve nurları vardır) kendileri nurlar içinde haşrolunacaklardır, Cennetlere ve Allah'ın zatını görme şerefine kavuşacaklardır, (ve) Cenab-ı Hak buyuruyor ki, bilakis (o kimseler ki, kâfir oldular) Allah'ın birliğini inkâr ettiler (ve bizim âyetlerimizi tekzîb ettiler) Hak'kın varlığına delâlet ve şahitlik eden delilleri, kanıtları yalan saydılar (işte onlar da cehennem sahipleridir.) onlar ebedî olarak cehennemlerde kalıp azap çekeceklerdir.
 
 
 
20.        Biliniz ki: Dünya hayatı şüphe yok, ancak bir oyundur ve bir eğlencedir ve bir süstür ve aranızda bir öğünmedirve mallarda ve evlatça bir çoğalıştır. Bir yağmur misâli gibi ki: Onun bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur. Artık onu sararmış görürsün sonra da kırık bir çöp olur. Ve âhirette şiddetli bir azap vardır ve Allah'tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. Dünya hayatı ise ancak bir aldanıştan başka değildir.
20. Artık âhiret âleminde azaplardan, korunmuş olup ebedî nimetlere nail olmak için çalışmak lâzım gelmez mi?. Dünya varlıklarına aldanmayıp da, ebedî geleceği düşünerek temine gayret etmek icâbetmez mi?. İşte bu hususa da şöyle işaret buyuruluyor: Ey insanlar! (Biliniz ki, dünya hayatı, şüphe yok ancak bir oyundur) Çocukların       fâidesiz olan oyuncakları hükmündedir (ve bir eğlencedir) insanı mühim işlerinden alıkoyan, sonra da nihayet bulan bir hareket gibidir (ve bir süstür) bir fâni zînetten ibarettir (ve aranızda bir öğünmedir) maddî servetleriniz, mevkilerinizle birbirinize karşı övünmekte bulunmaktan ibarettir (ve mallarda ve evlâtça bir çoğalıştır) malların ve çoluk çocuğun çokluğu ile övünme bulunup durmadan başka bir şey değildir. Bütün bu dünya varlıkları hadd-i zâtında (bir yağmur meseli gibi)dir (ki: Onun) o yağmurun (bitirdiği ot) ilk bakışta (ekincilerin hoşuna gider) onunla sevinmeye başlarlar. Fakat (sonra kurur) yeşil renginin tazeliğini kaybetmeğe başlar (artık onu sararmış görürsün) gelişip artmaktan mahrum kalmış bir hâlde bulunur. Daha (sonra) da (kırık bir çöp olur) rüzgârlar tarafından etrafa savrulur gider. İşte dünya da netice itibariyle bu hükümdedir. (Ve âhirette) İse dünyanın lezzetlerine kapılıp güzel amellerden kaçınmış olan kimseler için (şiddetli azap vardır) öyle kimseler âhirette azap çekeceklerdir, (ve) Âhirette (Allah'tan bir mağfiret ve bir rızâ) da (vardır) bu da dünyada îman ile vasıflanmış olan; ahlâkî fazilet sahibi bulunan, dünyası için âhiretini feda etmeyen zâtlara mahsustur. (Dünya hayatı ise ancak bir aldanıştan başka değildir.) çünkü: Bir çok kimseler, bunun çabucak yok olacağını düşünmez, üzerine düşen vazifeleri İfada bulunmaz nefsinin hevasına tâbi olarak geçici bir zevk ve sefanın esiri olur. Bu cihetle dünya kendisini aldatmış, kendisini ebedî bir mutluluktan mahrum bırakmış bulunur.
Saîd Ibni Cübeyr merhum diyor ki: Dünya bir aldanma metaldir, eğer seni âhireti istemekten gafil bulundurmuş ise. Fakat senin ilâhî rızâyı ve âhireti taleb için davet etmiş bulunursa artık dünya ne güzel meta ve ne güzel vesiledir. "Sirac-i Münir" Binaenaleyh insan, dünyasını da kötüye kullanmayıp ondan meşru şekilde istifâdeye çalışmalıdır.
 
 
 
21. Koşunuz Rab'binizden bir mağfirete ve bir cennete ki, onun, eni gök ile yerin eni gibidir, Allah'a ve Peygamberlerine îman etmiş olanlar için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın lütfudur. Bunu dilediği kimseye verir ve Allah pek büyük faz I sahibidir.
21. Bu mübarek âyetler insanlığı Allah'ın mağfiretine ve müminler için takdir edilmiş olan ve pek geniş bulunan cennetlere nâiliyet için çalışmaya teşvik ediyor. Gerek yeryüzünde ve gerek insanlığın ruhlarında meydana gelen musibetlerin bir kitapta yazılmış ve meydana gelmeden önce Allah katında malum bulunmuş olduğunu haber veriyor. tâ ki, insanlar, o gibi hâdiselerin birer hikmet gereği olduğunu bilerek teselli edilmiş olsunlar ve kendi varlıkları ile böbürlenmesinler. Cimrilikte bulunanların ve başkalarına da cimriliği tavsiye edenlerin bu yüzden kendi zararlarına çalışmış olduklarını ihtar ediyor.
Cenab-ı Hak'kın ise mahlûkatından zengin ve zaten hamd ve övgüye sahip olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar!. (Koşunuz Rab'binizden bir mağfirete) tövbe ve istiğfar ediniz, o yüce Mabudunuzun mağfiretini çekmeye vesile olan güzel amelleri İfaya acele edin (ve bir Cennete) koşunuz ki: (onun eli, gök ile yerin eni gibidir) o cennet, o kadar büyüktür, onun yalnız, eni gök ile yerin enlerine eşittir, artık onun uzunluğunun da ne kadar fazla olduğu düşünülsün. İşte böyle muazzam cennetler (Allah'a ve Peygamberine îman etmiş olanlar için hazırlanmıştır) Bugün mevcutturlar (işte, bu) Cenab-ı Hak'kın böyle hazırlamış olduğu cennet âlemi (Allah'ın lütfudur) onun rahmet ve şefkatinin bir eseridir (Bunu dilediği kimseye verir) bu bir ilâhî lütuftur, yoksa buna hiçbir kimse kendi gayreti ile, kendi şahsî kazanması ile hak etmiş olamaz, bu, o kadar muazzam ve ebedî bir nimettir ve bir saadettir (ve Allah pek büyük lütuf sahibidir) işte bunun içindir ki, mü'min kullarına öyle yüce makamları ihsan buyuracaktır.
 
 
 
22.     Ne yerde ve ne de kendi nefislerinizde musibetten bir şey isabet etmez ki, illâ o, onu yaratmamızdan evvel bir kitapta yazılmıştır. Şüphe yok ki, bu, Allah'a göre pek kolaydır.
22.         O Yüce Yaratıcı, buyuruyor ki: Ey insanlar!. Şunu da bilmelisiniz ki, sizlere (Ne yerde ve ne kendi nefislerinizde musibetten bir şey isabet etmez ki) meselâ bulunduğunuz muhitte kıtlık ve pahalılık gibi, ekinlerin hasara uğraması gibi, deprem gibi korkunç bir hâdise meydana gelmez ki, veya kendi şahsınızda hastalık gibi bir arıza yüz göstermez ki, bütün bu hâdiselerden hiçbiri yoktur ki: (İllâ o) Hâdise (onu yaratmamızdan evvel bir kitapta) yâni: Allah'ın ilminde veya Levh-i Mahfuzda yazılmıştır, tesbît edilmiştir. (Şüphe yok ki, bu) Hâdiselerin öyle kitapta yazılmış ve tespit edilmiş bulunması (Allah'a göre pek kolaydır) çünkü, o Yüce Yaratıcının ilim ve kudreti her şeyi kuşatmıştır, O'nun ilâhlık şanı acizlikten, müşkülata uğramaktan yücedir. Münezzehtir. Buna inanmışızdır.
 
 
23.       -Hâdiselerin öyle tesbit edilmiş olması şu hikmete mebnî ha-ber veriliyor ki: -sizden gaip olan üzerine üzülmeyesiniz. Ve size verdiği ile de sevinip mağrur olmayasınız. Ve Allah, her bir böbürleneni, çok iftihar edeni sevmez.
23.     Evet bütün hâdiseler, meydana gelmeden evvel tesbît edilmiştir. Bu hakikat, şu hikmete uğramaktan haber veriliyor ki: Ey insanlar!. (Sizden gaip olan üzerine üzülmeyesiniz) Dünya varlığından bir şeyi gaip ettiğinizden dolayı üzüntü ve kedere düşmeyesiniz. Bu, bir hikmet gereğidir diye teselli edinçsiniz, (ve size verdiği ile de sevinip mağrur olmayasınız.) Onun bir ilâhî lütuf olduğunu bilip şükredesiniz, yoksa kendinizin ona bizzat hak kazanmış olduğunu sanarak boş yere böbürlenmekte bulunmayasınız. (Ve Allah her böbürleneni, çok iftihar edeni sevmez) İnsan, mütevazi olmalıdır; nail olduğu nimetin bir ilâhî ihsan olduğunu bilip şükrünü İfaya çalışmalıdır. Eğer Cenab-ı Hak, takdîr buyurmamış olsa hiç bir kimse bir şeye nail olamaz. Bütün muvaffakiyet, birer ilâhî lütuftur.
 
 
 
24.      -Onlar- O kimselerdir ki, cimrilikte bulunurlar ve insanlara cimrilik ile emrederler ve her kim, ardını döndürürse -zararı kendisine aittir-. İşte şüphe yok ki, Allah, ancak O -Yüce Yaratıcı-zengindir, övülmüştür.
24.       Onlar, o fânî varlıkları ile iftihar edip, kibirlice vaziyet alan insanlar (O kimseler dir ki: Cimrilikte bulunurlar) kendi mallarından kimseye yardımda bulunmazlar (ve insanlara cimrilikle emrederler) başkalarına da cimriliği tavsiye ederek onların da fakirlere ve zayıflara yardım etmelerine engel olmak isterler, kendileri ruhen o kadar cimridirler, (ve her kim ardını döndürürse) Yâni: harcamaktan kaçınır, muhtaç olanların taraflarına bile bakmayıp onlardan yüz çevirirse ne fena bir ahlâksızlık göstermiş olur, bu hareketinin zararı kendisine aittir, (işte şüphe yok ki: Allah) Evet., (ancak O) Yüce Yaratıcı (zengindir) o cimrilerin harcamasına vesâireye hâşâ muhtaç değildir, ve (Hamîddir) kendi zâtında övülmüştür, bütün Kâinatın hamd ve övgüsüne lâyıktır. O Yüce Yaratıcıya karşı şükran vazifesini îfa etmeyenler, hamd ve övgüde bulunmayanlar, kendi zararlarına harekette bulunmuş olurlar.
 
 
 
25.        Andolsun ki. Peygamberlerimizi açık açık deliller ile gönderdik ve onlar ile beraber kitabı ve mizanı indirdik, insanlar, adaletle kaim olsunlar için ve demiri de indirdik, onda hem çetin bir sertlik vardır ve insanlar için menfaatler de vardır ve Allah, kendisine ve Peygamberlerine gıyaben yardım edecek olanları belli etsin için, şüphe yok ki, Allah, kuvvetlidir ve her şeye galiptir.
25. Bu mübarek âyetler, insanlığa Peygamberlerin, kitapların ve adalet mizanının ihsan buyrulmuş olduğunu bildiriyor. Kısaca Nüh ve İbrahim Aleyhimesselâm'ın gönderildiklerini ve onların soylarının da peygamberliğe ve kitaba nail olduklarını ve soylardan bir kısmının hidâyete nail olup çoğunun fâsık bulunduklarını haber veriyor. Daha sonra da diğer Peygamberlerin ve Incîl ile Hz. İsa'nın gönderilmiş olduklarını ve Isâ Aleyhisselâm'a tâbi olanların kalplerinde şefkat ve merhametin tecellî   etmiş bulunduğunu ve onların ruhbanlığı tesîs etmiş olduklarını, fakat bir çoklarının ruhbanlığa tam olarak riâyet etmediklerini ve onlardan îman edenlerin mükâfatlara erdirildiğini, çoklarının da fasık kimselerden ibaret bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Andolsun) Muhakkak bir ilâhî lütuftur (ki. Peygamberlerimizi açık açık deliller ile) hüccetler ile, mucizeler ile ümmetlerine (gönderdik) ümmetlerini irşada, ilâhî dine davete memur ettik, (ve onlar ile beraber kitabı) insanlığın selâmet ve yükselmesini temîn edecek hükümleri içermiş, olan herhangi bir ilâhî kitabı (ve mizanı) yânî: Adaleti te'mîne vasıta olan bir serî esası (indirdik) tebliğ ettik, insanlık hakkında böyle bir lütufta bulunduk (insanlar adaletle kaim olsunlar için) birbirlerine zulmetmeyip adaletle muamelede bulunsunlar için. (ve demiri de indirdik) Yâni: Onu da kudretimizle yarattık, varlık alanına getirdik, Adem Aleyhisselâm ile beraber Cennetten indirilmiş olduğu da rivayet olunuyor, (onda) O demirde (hem çetin bir sertlik vardır) onda mühim bir kuvvet ve sertlik mevcuttur. Ondan nice çeşitli silâhlar yapılmaktadır, (ve insanlar için menfaatler de vardır) Ondan bir çok âletler, nakil vasıtaları yapılarak istifâde olunmaktadır, (ve Allah kendisine ve Peygamberlerine gıyaben) O Peygamberlerin gıyabında oldukları hâlde (yardım edecek olanları belli etsin için) o fedakâr zâtlar malûm olsunlar için öyle Peygamberleri, kitapları göndermiş,, demirleri yaratmış,, onları bir harp vasıtası kılmıştır, tâ ki, İslâm mücahitleri, İslâm düşmanlarına karşı o demirlerden yapılmış silâhlar ile savaşa atılarak, dini yüceltmeye hizmet etsinler. (Şüphe yok ki, Allah) Teâlâ Hazretleri (kuvvetlidir) kendi yüce kuvvetiyle her dilediği şeyi vücuda getirebilir (ve her şeye galiptir) her dilediğini kahredebilir, kimseden yardım "dilemeye muhtaç değildir. Mümin kullarını cihat ile, din düşmanlarına karşı silâh kullanmakla mükellef tutması, o müminleri sevaplara mükâfatlara nail buyurması içindir. Yoksa bütün kâinatı yüce kudretiyle idare eden o kudret sahibi Yaratıcının kimsenin yardımına bir ihtiyacı yoktur. Buna inanmışızdır.
 
 
 
26. Ve and olsun ki, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik ve onların zürriyetlerinde peygamberliği ve kitabı -sürekli- kıldık. Artık onlardan hidâyete ermiş olan vardı, onlardan bir çokları ise fâsık kimselerdir.
26.       (Ve andolsun ki, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik) O iki muhterem zâtı şerefli peygamberliğe nail kıldık, (ve onların zürriyetlerinde peygamberliği ve kitabı) sürekli (kıldık) bütün Peygamberler bu iki zâtın neslinden bulunmuşlardır. Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an-ı Kerim'den ibaret olan dört kitapta bu iki zâtın neslinden olan mübarek Peygamberlere ihsan buyurulmuştur. (artık onlardan) O iki zâta ait soylardan veya kendilerine o Peygamberler gönderilmiş olan cemiyetlerden (hidâyete ermiş olanı vardır) ilâhî dine nail olmuş, hidâyete kavuşmuş bulunanları mevcuttur; fakat (onlardan bir çokları ise fâsık kimselerdir.) doğru yoldan çıkmış, küfre düşmüş veya büyük günahları işlemiş şahıslardır. Öyle pek muhterem zâtların soylarından olmaları, kendilerine fâide verir olamamıştır. Onlar, kendi kabiliyetlerini kötüye kullanarak öyle sapıklığa düşmüşlerdir.
 
 
27.      Sonra onların izleri üzerine Peygamberlerimizi yolladık ve Meryem'in oğlu İsa'yı da gönderdik ve ona İncil'i verdik ve ona tâbi olanların kalplerinde bir şefkat ve merhamet meydana getirdik ve bir ruhbanlık icat ettiler ki, onu onların üzerlerine yazmamıştık, ancak Allah'ın rızasını aramak için -onu yaptılar- sonra ona tam manasiyle riâyetle riâyette bulunmadılar artık onlardan îman edenlere mükâfatlarını verdik ve onlardan bir çokları ise fâsık kimselerdir.
27. (Sonra onların) O önceki Peygamberlerin (izleri üzerine) diğer (Peygamberlerimizi) de (yolladık) asırlar geçtikçe diğer Peygamberler de kavimlerine gönderilmiş oldular, (ve) Özellikle (Meryem'in oğlu İsa'yı da) Peygamber olarak (gönderdik) o da annesi tarafından Hz. İbrahim'in soyundan bulunmuştur, (ve ona) Hz. İsa'ya (İncil'i verdik) ki, bir çok şer'î hükümleri kapsar ve Tevrat'taki bâzı hükümleri hafifletici ve son peygamberlerin dünya âlemine teşrif edeceğini müjdeleyici bulunmuştur, (ve ona tâbi olanların) Yâni: Isâ Aleyhisselâm'ın dinine samimiyetle sarılanların (kalplerinde bir şefkat) büyük bir rikkat, serleri defetme kabiliyeti (ve bir merhamet) bir koruma   duygusu, bir hayır kazanma meziyeti (vücuda getirdik ve) sonra onlar (bir rehbâniyet ihdas ettiler ki, onu onların üzerlerine yazmamıştık) onu biz onlara farz kılmadık. Onu kendileri iradeleriyle yapmış oldular. Şöyle ki: İnsanlar ile temastan ayrıldılar, mabetlerde bir köşeye çekilmiş olarak yaşadılar, evlenmeyi terkettiler, kendilerine haram kıldılar, kalın libaslar giydiler garibâne bir vaziyet aldılar, (ancak Allah'ın rızâsını aramak için» O ruhbanlığı kendilerine gerekli kıldılar. Fakat (sonra ona gerektiği gibi rivayete bulunmadılar) onu kötüye kullandılar. Hattâ bir çokları teslise inandılar, Allah'ın birliği inancına dayanmış olan İsa'nın dinini inkâr ettiler. Bir takım zındık hükümdarlarının bâtıl dinlerine girdiler, (artık onlardan îman edenlere mükâfatlarını verdik) yâni: Hz. İsa'nın dinini, sahîh îman ile kabul ve o dinin haber verdiği Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik eyleyenleri lâyık oldukları nîmetlere, kat, kat sevaplara kavuşturduk. Onlar, Allah'ın rızâsına nail bulunmuş oldular, (ve onlardan) O rehbaniyeti icat edenlerden bir çokları da bilâhare pek yanlış hareketlerde bulunmuş, İncil'i değişikliklere uğratmış oldular. Hz. İsa'yı Allah'ın oğlu tanıdılar, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâr ettiler Cenab-ı Hak'kın tay'in buyurmuş olduğu dinin sınırlarından dışarıda kalmış bulundular. Artık gerçekten akıllı, düşünen insanlar elbette ki: O gibi sapık kimselere bir kıymet vermezler, onların sözlerine, işlerine iltifat tenezzülünde bulunmazlar. Hakikî bir dinin akıl ve hikmete uygun olan yüksek beyanları ile kalplerini aydınlatmaya çalışır dururlar.
 
 
28. Ey îman etmiş olanlar, Allah'tan korkunuz ve O'nun Peygamberine îman ediniz ki, size rahmetinden iki nasip versin ve sizin için bir nür kılsın ki, onunla yürürsünüz ve sizin için mağfiret buyursun ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
28.    Bu mübarek âyetler, müminleri takvaya ve Hz. Muhammed'in Peygamberliğini tasdike davet ediyor ki, iki kat rahmete ve hareketlerinin rehberi olarak bir nura ve ilâhî mağfirete nail olsunlar. Ve Cenab-ı Hak'kın bu hakikati beyan buyurmasındaki hikmete işaret buyuruyor ki: Ehl-i kitap, uyansınlar, Hak Teâlâ'nın dilediği kuluna verdiği lütuf ve kereme, peygamberlik ve risalete manî olamayacaklarını anlasınlar. Ve lütuf ve kerem o Kerem sahibi yaratıcının kudretinde olduğundan onu dilediği kuluna vereceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey îman etmiş olanlar..) Yâni: Ey Musa ve İsâ Aleyhimesselâm'a sağlam bir şekilde îman etmiş olan ilâhî kitap, (Allah'tan korkunuz) O'nun emirlerine, yasaklarına muhalefette bulunmayınız, hakikatları inkârdan kaçınınız, (ve O'nun Peygamberine îman ediniz) Resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliğini de tasdik eyleyiniz (ki:) Hak Teâlâ (size rahmetinden iki nasip versin) evvelki Peygamberlere îman ettiğiniz gibi Hz. Muhammed'e de îman etmenizden dolayı iki kat rahmete, mükâfata nail olasınız, (ve sizin için bir nür) Nasip (kılsın ki, onunla yürürsünüz) onun aydınlıklarıyla aydınlanır, ilim ve fazilete nail olur, geleceğinizi te'mine çalışır, kıyamette de onunla kurtuluş yolunu bilip tâ kip edersiniz, (ve) İman ediniz ki, (sizin için mağfiret buyursun) insanlık icabı yapmış olduğunuz günahları da affedip örtsün (Ve Allah) Teâlâ Hazretleri şüphe yok ki: (çok bağışlayıcıdır.) Mümin kullarının bir nice günahlarını affeder ve o Yüce Yaratıcı (çok merhametlidir.) kulları hakkında şefkat ve yardımı pek boldur. İşte ondan dolayıdır ki, sizi böyle âyet-i kerîmesiyle aydınlatmakta ve hidâyet yoluna teşvik buyurmaktadır.
 
 
 
29.    Artık ehli kitap bilmeyecekler midir ki, Allah'ın lütf undan hiçbir şeye güç yet i re meye çeklerdir ve şüphe yok ki, bütün lütuf, Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir ve Allah pek büyük lütuf sahibidir.
29. İşte bu hususlardaki ilâhî beyanları, ehl-i kitabı uyandırmak, kurtuluşa kavuşturmak içindir. (Artık ehl-i kitap, bilmeyecekler midir ki,) Elbet bilmeleri, gerekir ki, (Allah'ın lütfundan hiçbir şeye) kendileri (güç yetiremeyeceklerdir) o ilâhî lütfün hangi bir zat hakkında tecellîsine mani olamayacaklardır. Evet.. (Şüphe yok ki, bütün fazi) lütf ve kerem (Allah'ın elindedir.) O hikmet sahibi yaratıcının kudret elinde ve dilemesindedir. (onu dilediğine verir) İşte en büyük bir lütuf ve ihsan olan peygamberlik     ve risâleti de bir çok Peygamberlerine ihsan buyurmuş olduğu gibi Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a da ihsan buyurmuş olduğu gibi Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a da ihsan buyurmuştur. Buna kim mâni olabilirdi?.Bunu kim inkâr edebilir?, (ve Allah, pek büyük lütuf sahibidir.) Öyle mümtaz kullarını dilediği yüceliklere nail, makamlara ulaştırır. İşte son peygamber Hazretleri de Allah-ü Teâlâ'nın en seçkin bir kuludur, en büyük bir ilâhî lütfa naildir. O'nun o yüce muvaffakiyetini, peygamberliğe nail olmasını tasdik etmekte bütün insanlık için en elzem bir vazifedir. Genel mutluluk ancak bu pek mühim vazifeyi îfa sayesinde tecellî eder. Buna inanmışızdır. Yüce Mabut Hazretleri, biz kullarını o pek yüce vazifeyi hakkiyle İfaya muvaffak buyursun, âmin.
Peygamberlerin efendisinin hürmetine duamızı kabul buyur...
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.
 
  Bugün 52 ziyaretçi (61 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol